(...) hedef okçunun gönlüne yerleşmiştir; okçu ne yaparsa yapsın o kımıldamadan orada ortada durur. Bu aşamada En Son ve En Büyük Olan ansızın çıkagelir. Sanat, yapmacık olmayan sanata; ok atma, ok atmamaya ya da ok ve yay olmadan ok atmaya; öğretmen öğrenciye; usta bir acemi, çırağa; son, bir başlangıca ve başlangıç, bir sona dönüşür.(...)Sonuna dek gerilmiş bir yay tüm evreni içine alır, işte bunun için yayı doğru biçimde germeyi öğrenmek çok önemlidir. Soluk almak, bağlar ve bağımlı kılar, soluk tutmakla her doğru iş başarılır; soluk veriş hiçbir engel tanımadan çözer ve tamamlar.(...)Doğru yaşam çevreye uyum sağlayan suya benzer. (...)Doğru yolda amaç güdülmez, yarar beklenmez! Hedefi vuracağım diye ne kadar çabalarsanız o kadar başarısız olursunuz, amaçtan o kadar uzaklaşırsınız. Bir şey başarma tutkunuz, yolunuza dikilmiş bir engeldir! (...)Yayın yukarı ucuyla okçu göğü deler, aşağı ucunda ise bir ipek ipliğe bağlı olarak yeryüzü asılıdır. Atış sırasında sarsıntı güçlü olursa bu ipek iplik kopabilir. Bu kişiler yerle gök arasında orta yerde çaresiz çırpınır dururlar. (...)Okun doğru bırakılabilmesi aşamasında ise bedendeki kasılmamışlık ve rahatlık, ruhsal bakımdan kasılmamışlık ve rahatlık olarak geliştirilmelidir. Öyle bir gevşeklik ve rahatlık ki kişiyi yalnızca diriltmek ve canlandırmakla kalmasın, özgürleştirebilsin; iç özgürlük için derinliklerimizdeki dirilik, canlılık ve güç ortaya çıksın. (...) Okçulukta duyuların çevreden gelen ve dikkati dağıtan etkilere kapatılması görevi duyularımızı kilitlemeye ve zorla duymamaya çalışarak değil, onlara karşı koymayıp aldırmamakla başarılır. Bu çabalamama çabasının, çabalamadan, kendiliğinden olabilmesi için içimizde bir yerlere tutunma gereksinimi duyarız; işte bu tutamak solunum üzerine yoğunlaşmadır.Her türlü bağdan kurtularak kendisini özgürleştirmiş olan kişi, hiçbir gizli amacın gölge düşürmediği, 'burada ve bu anda olma' durumunun verdiği güç ve yetiye dayanarak herhangi bir sanatla uğraşabilir. Ancak yaratıcı sürece kendisini verebilmesi için o sanatın gereklerine kendisini hazırlaması, alıştırması gerekmektedir. Yoksa, kendi derinliklerindeki özden güç alarak derin bir sezgi ve içgüdüyle davranacağı yerde aklını kurcalamak zorunda kalır. (...) Özlenen bağımsızlaşma, kurtuluş, öze dönüş ve bütünüyle, 'burada ve bu anda' olma yaşantısı gerçek olunca üstün yeteneğin ve rastlantıların önemi giderek azalır ve sanatçı tüm varlığıyla, kendisini vererek katıldığı yaratış süreci için gerekli olan yoğunluğun, esinin sırası gelince kendiliğinden ortaya çıkacağını sanmak gibi bir yanılgıyla, ikircimli bekleyişlerle kendi kendisini aldatmaz. (...)(...) tekdüze işlemlerin hem ortaya gerçek ve anlamlı bir yapıtın çıkabilmesi, hem de yaratıcı bir çalışma yapabilmesi için elverişli bir ortam hazırladığını yakından bilen usta, hazırlık aşamasına önem veren geleneğe sımsıkı bağlıdır. (...) Büyük bir özenle, acele etmeden bitirilen başlangıctaki hazırlıklarla sonda ortaya çıkan yetkin yapıt, bütünlük içinde kopuksuz bir süreçtir.(...)Sanatçı ve yapıtı - bunların ikisi de birdir. Dışta yaratılmış olan yapıt gibi sanatçıdan koparıp alınamayan içerdeki, yapılamayan, yalnızca olduğu gibi olan ve oluşan yapıt derinliklerdeki o gün ışığı görmemiş kaynaktan çıkmaktadır.(...)Amaca götüren yol ölçülemez.(...)Okun uzaklara gitmesi yaya değil, ok atarken burada ve bu anda olmaya, uyanıklığa bağlıdır. (...) en yüksek gerilimin tam bir uyanıklık durumundayken boşalmasının gerçekleşmesi için ok atma töreninin hareketlerini (...) daha içten, daha canlı olarak, gerçek bir dansçı gibi dans edercesine yapmalısınız. Böyle yaparsanız, hareketleriniz göbekten, doğru soluk alış verişin gerçekleştiği yerden çıkacaktır. O zaman bunları, ezbere, anlamsızca sıralayacağınıza, o anın verdiği bir esin olarak yaşarsınız. Böylece dans ve dansçı bir bütün olur. Bu töreni bir dans töreni gibi yaparsanız içten gelen uyanıklığınız en yüksek keskinliğe ulaşır.(...)her atışınızda hedefi vurursanız, okçuluğun yalnız tekniğini öğrenip okçuluk gösterisi yapanlardan bir farkınız kalmaz. Hedefi kaç kez vurduğunu sayan kimseler için hedef, sürekli delinen, yırtılan bir kâğıt parçasından başka bir şey değildir. Okçuluğun Yüce Yasası ise buna sapıklık gözüyle bakar.(...)Hedefi vuran oklar yalnızca sizin bir amaç ve bir beklenti içinde kesinlikle olmadığınızın, kişiliğinizden sıyrılmış ve özünüze dalmış olduğunuzun ya da bu durumu nasıl anlıyorsanız öyle oluşunuzun dıştaki kanıtı ve göstergesidir.Okçu en olgun duruma geldiğinde, artık tavşanın boynuzuyla ve kaplumbağanın tüyüyle ok atabilir. Yay ve ok olmadan tam ortayı vurabilir. İşte o kişi gerçek anlamda ustadır, yapılmadan yapılan'ın ustasıdır. Yapılmadan yapılan'la hem ustadır, hem usta değildir. Bu dönemeçte okçuluk devinmeden devinmeye, dans etmeden dans etmeye, yani Zen'e dönüşür.
Eugen Herrigel, Zen ve Okçuluk.
Eugen Herrigel, Zen ve Okçuluk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder